AyFm 100.5

+ ORMAN YANGINLARI KADERİMİZ Mİ? - EVET.

İklim krizine suçu atıp sıyrılmasın kimse. Bizim çevre ahlakından yoksun toplum krizimiz, rant ve menfaat odaklı siyaset iklimi krizimiz var her şeyden önce.

Ve evet, doğaya yönelik sistematik baskıları içeren bu krizlerin yerleşik olduğu coğrafyalarda da bu orman yangınları kaderdir(!).

Ne var ki Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre de, Türkiye’de çıkan orman yangınlarının yaklaşık %90’ı insan kaynaklı. Doğru; toplumu oluşturan insanlar ve karar verici, yasa koyucu yapının içindeki insanlar.. Bu nedenle yangınların nedenini iki temel başlıkta toplayabiliriz: Bireysel ihmaller ve yapısal faktörler.

Bireysel ihmaller ne yazık ki en sık rastlanan ve fakat en kolay önlenebilecek yangın sebepleri arasında; yol kenarına atılan sigara izmaritleri, ormanda unutulan cam şişeler, düzgün söndürülmeyen piknik ateşleri ya da yazlık bahçelerde kontrolsüzce yakılan kuru otlar... Hepsi, binlerce hektarlık orman alanını saniyeler içinde yok edebiliyor. Bunlar basit ihmaller değil, toplumsal sorumluluğun çöküşünün belirtileridir. Bilinçsizlik, cehalet ya da umursamazlıkla açıklanabilecek bireysel davranışlar gibi görünse de, aslında tam aksine kontrollü kamusal denetimsizlikle motive edilen bilinçli bir vurdumduymazlığın yansımasıdır.

Yapısal faktörler ise bireysel ihmallerden çok daha köklü.

İklim krizine karşı etkisiz kalan ve hatta aksine onu besleyen politikalar, rant odaklı planlamalar, ormanları yapılaşmaya ve madenciliğe açan kararlar, ormancılık ve afet yönetimi alanlarında kurumsal zafiyetler, erken uyarı sistemlerinin yetersizliği… Üstelik yangına müdahale sistemlerinin de hâlâ yeterince hızlı, yaygın ve etkili olmadığı da ortada.

Bugün karşılaştığımız aşırı sıcaklıklar, düşen nem oranı, kuruyan bitki örtüsü... Bunların hiçbiri kendiliğinden oluşmadı. İklim krizini biz inşa ettik; şimdi onun yangın mevsiminde yaşadığımız en yıkıcı biçimleriyle yüzleşiyoruz. Dolayısıyla bu ateşli tablo, doğal bir felaket değil; bireysel, siyasi ve idari bir tercih meselesidir.

Ve bu tercih sürdüğü sürece, orman yangınları da bizim kaderimiz olmaya devam edecektir.

Özetle, mesele yalnızca teknik değil. Bu yangınlar aynı zamanda sosyal göstergelerdir:

Doğayla kurduğumuz ilişki biçiminin, koruma kültürümüzün, çevre etiğimizin ve kamu yönetimi anlayışımızın aynasıdır.

Yangınla mücadele yalnızca alev söndürmekten de ibaret değildir.

Bilim temelli önleme politikaları, ekolojik duyarlılıkla hazırlanmış imar planları, orman alanlarını koruyan güçlü yasalar, afetlere hazırlıklı yerel yönetimler ve en önemlisi, bireysel sorumluluk duygusu… Bunlar birer tercih değil, artık birer zorunluktur.

Peki başka ülkeler ne yapıyor?

Portekiz’de, yüksek riskli orman alanlarında yapılaşma sınırlanıyor ve yangına dirençli peyzaj tasarımı zorunlu hale getiriliyor. Türkiye’de yapılaşma sınırına ilişkin yasal düzenlemeler olsa da imar planları ve uygulamalar çoğu zaman rant ve hızlı kentleşme baskısı nedeniyle esnetiliyor ve ihlal ediliyor. “Yangına dirençli peyzaj tasarımı” ise yeni yeni tartışılıyor ve pilot projeler var, ancak henüz yaygın ve zorunlu bir uygulama olarak yerleşmiş değil.

Avustralya'da yangın sezonu öncesinde büyük çaplı "ön kontrollü yakım" programları uygulanıyor. Türkiye’de de bazı orman işletme müdürlükleri tarafından uygulanıyor, ancak bu uygulama geniş çaplı, planlı ve etkili bir programa dönüşmüş değil.

İspanya'da kırsal alanda yaşayan yurttaşlara yönelik zorunlu yangın güvenliği eğitimleri ve gönüllü yangın gözlem ağları kurulmuş durumda. Türkiye’de ise eğitim faaliyetleri genellikle yangın mevsimi öncesinde bilgilendirme şeklinde oluyor; gönüllü ağlar ise sınırlı sayıda ve yerelde faaliyet gösteriyor, ulusal düzeyde örgütlü bir yapı yok.

İtalya’da insansız hava araçlarıyla sürekli tarama yapan erken uyarı sistemleri yerel yönetimlerin yetki alanına bırakıldı. Türkiye’de de İHA ve uydu teknolojileri kullanılıyor ancak yerel yönetimlerin inisiyatifine bırakılması ve yaygınlaştırılması konusunda büyük bir potansiyel ve gelişme alanı bulunuyor

 

Bu örnekler, yalnızca teknik kapasitenin değil, siyasi iradenin ve toplumsal seferberliğin de şart olduğunu gösteriyor.

Evet, orman yangınları kaderimiz, ancak mutlak değil:

Yeter ki önceliğimiz, hasar kontrolünden önce hasarı önlemek olsun.

Yeter ki çevre yönetimi, imar politikalarının alt başlığı olmaktan çıkıp bağımsız bir gelecek vizyonuna dönüşsün.

Ve elbette bugün tüm bu sistematik sistemsizliğin içinde tek başına mücadele eden itfaiye ekipleri, ormancılar, belediye çalışanları ve gönüllülere içten teşekkür borçluyuz. Onların mücadelesi, yalnızca yangını söndürmüyor; bir toplumu da ayakta tutuyor.

Dilerim bu mücadele, yalnızca fiziksel değil; siyasal ve kültürel düzlemde de destek bulur.

Ve umarım ki, yanan ormanlardan geriye kalan tek şey küller değil, bir uyanış olur.

Yazımı, ‘doğaya sahip değil ait olduğumuz’ hatırlatması ve ‘doğayla savaşırsak daima kaybedeceğimiz’ uyarısıyla sonlandırmak isterim… 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.