1800'lü yıllarda köleliğin kaldırıldığını söyleyenlere inanmayın. Egemenlerin gözünde, kölelik kaldırılmış değil, sadece adı değiştirilip "işçi" oldu. Özellikle de elli dereceye varan yaz aylarında on, onbeş saat çalıştırılan ve yorgunluğa dayanamayıp, işlerinin başında bayılan çocukları gençler... Bu utanç hepimizin...
Tamam, biz dünyayı değiştiremedik belki ama dünya da bizi değiştiremedi. Oh, canımıza değsin!
Yanlış hatırlamıyorsam, Aziz Usta anılarında anlatmıştı.
Çocukken, biri ona mektup ve elli kuruş verir, mektubu postaya atmasını söyler. Usta mektupla beraber yola çıkar ama yolda bir dondurmacı görür ve dayanamayıp, elli kuruşla kendine dondurma alır ve mektubu da çöpe atar. Çok sonraları bu olayı anlatan Aziz Usta ardından şöyle der. "O gün bugün ne zaman birine mektubumu atması için para versem, aklıma "Şimdi acaba bu benim mektubu gerçekten postaya atar mı yoksa parasını yer mi?" diye kötü bir düşünce gelir. Neden gelir? Çünkü zamanında ben aynısını yapmışım da ondan!"
İnsanoğlu sürekli birilerini dayanaksız, mesnetsiz, kanıtsız, delilsiz suçluyorsa, anlayın ki, onda kesin yamuk yumuk bir işler vardır!
Son günlerde patlak veren "Diplomasız arabanın kaportası yerinden söküktür. Sahipsiz görünen arabalardan ilki, yani kriminal bölgede olan, birkaç gün içinde yağmalanır, zarar görür ve kullanılmaz hale gelir ama zenginlerin mahallesine konulan arabaya kimse dokunmamıştır. Bunun üzerine, Zimbardo'nun ekibi ikinci arabanın da farını kırar, kaputa zarar verir ve beklemeye başlar. Bir süre sonra zengin mahalledeki o araba da tıpkı diğer araba gibi yağmalanır ve her yeri kırılıp dökülür. Bu deneyin sonunda Zimbardo “İlk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz." sonucuna ulaşmıştır ve deneyin sonunda "Kırık Camlar Teorisi" ortaya çıkmıştır. Bu teoriye göre, devasa bir binanın sadece bir cami bile kırık olsa, yoldan geçenler o binanın sahipsiz olduğunu düşünebilir ve binaya daha çok zarar verebilirler.
Bu deneyi ilk okuduğumda, kırık camlar teorisinin aslında sadece sahipsiz eşyalar, binalar için değil, özüne sahip çıkmayan insanlar için de geçerli olduğunu düşündüm. "Nasıl olsa bir cam kırık, bir tane de ben kırsam n'olur?" diye düşünenler, canı kırılmış bir insan içinde aynı düşünceyi taşıyabilirler! "Nasıl olsa canını kırmışlar, bir kere de ben kırsam n'olur?"!
Şu yaşımıza kadar, hangimizin, bir kez olsun, kalbi kırılmamıştır?
Hangimizin canı zarar ziyan görmemiştir? Bugün birileri gelip, kalbimizi kırsa ve biz buna izin versek, yarın bir başka birileri de, bu kırıklarımızı görüp, bizi daha fazla kırıp dökecektir. Çünkü onların gözünde, bizler "Nasıl olsa, zarar görmüş, heder edilmiş, kırılıp dökülmüş bir canın ya da kalbin değeri yoktur, zaten olan olmuş"tur!
Şöyle düşünün.
Bir dükkândan içeri girdiniz. Dükkânda sizi karşılayan kimse yok. Raflar toz ve pislik içinde ve duvarlarda örümcek ağları. Bu görüntü size, buranın, ya beceriksiz, tembel birine ait olduğu ya da tamamen sahipsiz olduğu izlenimi verecektir. Eğer bizler de kalbimize, aklımıza, özümüze sahip çıkıp, korumazsak, temiz ve bakımlı kalmasına dikkat etmezsek, birileri de gelip, hiç düşünmeden bizi üzebilir. Burada suç aslında bizi üzenin değil, bizimdir!
"Bir kereden bir şey olmaz." deyip de, canımızın kırılmasına izin vermeyelim, kırıldıysa da, hemen iyi düşüncelerle ve duygularla tamir edelim. Yoksa, o bir kırık, başka daha büyük ve tamiri mümkün olmayan kırıklara sebep olacaktır. Zimbardo'nun da dediği gibi "Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz."
İyi hafta sonları değerli DENGE okurları… (ALİYE GÖKCÜK)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.