AyFm 100.5

Haz Çağı

Geçtiğimiz günlerde Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Dr. Devlet Bahçeli açıklamasının bir bölümünde ekonomi ve dünya vurgusu yaparak şu cümleleri kurmuştu:

“Ne ekonomi eski ekonomidir, ne dünya eski dünyadır. Çok yediğinden obez olan çocukların olduğu dünya ile hiç yemediğinden eti kemiğine yapışmış çocukların olduğu dünya korkunç bir çelişkidir, böylesi bir düzen Allah’ın nizamı olarak da görülemeyecektir.”

Bu çelişkinin arkasında, dünyayı tek merkezden yönetme hevesiyle yanıp tutuşan küreselci “elit” var. Evet, özellikle bu kelimeyi seçiyorum: Elit. Kökeni Fransızca élite — “seçilmiş”, “üst sınıf”, “halktan ayrı tutulan”. Batı’nın kendine yakıştırdığı o kibirli sıfat…

Hani şu, sıradan insanı küçümseyip kendini uygarlığın efendisi sanan zihniyetin çıkardığı kelime.

Bugün kurdukları bu sistem, insanlığın damarlarından çekilmiş kanla beslenen bir finans aristokrasisi düzenidir. Çocukların açlığını, toplumların sefaletini ve ülkelerin borç bataklığını; kendilerine modernlik, özgürlük ve ilerleme diye pazarladıkları cilalı söylemlerle görünmez kılmaya uğraşırlar.

Ama dünyanın çürümesi sadece yoksullukla açıklanacak bir mesele değil; onu içten içe çürüten asıl şey, insan davranışındaki dönüşüm. Özentinin, hızın ve “anlık haz”ın kutsandığı bir çağdayız. İnsanlar artık neye ihtiyacı olduğunu değil, neyin onları daha “parlak” göstereceğini tartıyor. Bir şeyin değeri, işlevinden değil; oluşturduğu algıdan ölçülüyor. “Buna ihtiyacım var mı?” değil, “Beni nasıl gösterir?” Bu tablo bizi çok daha temel, çok daha tehlikeli bir kırılmaya götürüyor. Çünkü bugün yükselen şey ne ateizm ne deizm…

Asıl yükselen, insanın iç dengesini sessizce kemiren hedonizmin ta kendisi.
Hayatın amacı “iyi hissetmek” oldu.
Haz, sanki kutsal bir hedefmiş gibi pazarlanıyor.
Yemek, eğlence, içerik, tüketim, ekran…
Popüler kültür insanı ruhtan koparıp hazzın kulu etmeye çalışıyor.

Ama bu toplumun mayası buna gelmez. Bin yıllık medeniyetin, ahlakın, merhametin, dayanışmanın içine doğmuş bir milletiz biz. Bizim kültürümüzde sofra paylaşılır; komşu açken tok yatılmaz; nimete saygısızlık günah sayılır; gösteriş ayıp görülür. Bizim dejenere olmayı kabullenmemiz, tek dişi kalmış canavarın içine sorgusuz girmemiz mümkün değildir.

İşte tam burada yerli-milli duruş devreye giriyor. Çünkü ulusların ayakta kalma çağıdır bu; kimse kimsenin yaslanacağı omuz değil artık.

Küresel sistem, bağımlı toplum ister.
Biz bağımsızlık isteriz.

Onlar tüketen kitle ister.
Biz üreten millet isteriz.

Onlar kimliksiz, köksüz, aidiyetsiz bireyler hayal eder.
Biz kültürü, geleneği, inancı, aileyi koruyan bir toplumdan yanayız.

Türkiye’nin yolu başkadır. Bizim yolumuz;

— alın teri,

— üretim,

— kendi markasını, kendi ekonomisini kurabilen güçlü devlet,

— kendi değerleriyle yürüyen güçlü millet yoludur.

Bahçeli’nin o sözü aslında şunu söylüyor:

Bu düzen insan eliyle bozulduysa, insan eliyle de düzelecek.
Ve biz o düzeltilecek dünyada figüran değil, kendi kaderini belirleyen bir millet olacağız.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.