AyFm 100.5

Eğitimcileri Kim Eğitecek?

Ülkemizde ilkokul ve ortaokul çağında tam 15 milyon genç var. Bu gençlerin spora dokunması, bir branşın disiplinini hissetmesi, ayağının tozuyla sahaya çıkıp “ben de varım” diyebilmesi için yıllardır çeşitli imkânlar oluşturuluyor. Ama işte hayatın acı bir gerçeği var: İmkânsızlık nasıl sınavsa, imkânın bolluğu da aynı ağırlıkta bir sınav.

Evinde anne-babasıyla kuramadığı bağı, okulda derslere gösteremediği özeni, bazen bir spor öğretmeninin tek cümlesinde, tek bakışında, tek teşvikinde bulan çocuklar var. Kimi, sırf “belki bugün 3-5 dakika forma giyerim” umuduyla bir dersine ayrı özen gösteriyor. Kimi, hayatında ilk kez bir yetişkinin kendisine inandığını hissederek değişiyor, dönüşüyor.

Peki hiç düşündük mü?

Bu çocuklar için bu kadar kritik olan anları yöneten, karakterlerine dokunan, hayallerini şekillendiren o hocalarımızın yetkinliğini kim ölçüyor?

Eğitimcileri kim eğitecek?

Bugün spor okullarında, amatör kulüplerde, yaz-kış kurslarında binlerce genç, bir büyüğünün sözüyle kanatlanıyor ya da ne yazık ki kırılıyor. Çünkü spor, sadece fiziksel aktivite değildir; bir çocuğun dünyasında otoriteyle ilk tanışma biçimi, başarıyla ilk yüzleşmesi, hayal kırıklığını ilk kez nasıl yönettiğidir.

Dolayısıyla sahaya sadece top değil, sorumluluk da koyuyoruz. Fileye sadece top değil, gelecek de çarpıyor. Kulüp kapısından içeri giren her minik adım, aslında büyük bir güvenin ifadesi.

Bugünün Gerçeği: Sahada Yetişen Küfür Kültürü

Kulüp yöneticiliğim gereği altyapı maçlarını yakından izliyorum. Ve ne yazık ki sahada gördüğüm manzara, sporun olması gereken o temiz, masum alanla pek örtüşmüyor.

Daha 11 yaşında, 12 yaşında çocukların,

hayatlarında ilk kez küfürü sahada duyması…

Kendisine rol model olduğunu düşündüğü bir antrenörün, hakeme, rakibe, hatta kendi oyuncusuna bağırırken kullandığı kelimeleri öğrenmesi…

Ve bu kelimeleri “oyunun bir parçası” sanmaya başlaması…

Bu tablo; bir çocuğun ruhuna çizik atan bir tablo.

Saha çizgilerinin dışına taşan bir tahribat…

Çünkü çocuk, antrenörünün öfkesini taklit eder.

Çocuk, büyüğünün dilini örnek alır.

Çocuk, kendisine “helal olsun” denilen davranışı doğru sayar.

Maalesef bazı altyapı maçlarında gördüğüm şey şu:

Küçücük yaşta çocuklar, gol kaçırınca kendine küfür eden yetişkini örnek alıyor.

Kenarda bulunan bazı antrenörler, rakip kulübün çocuklarına bile ağır ithamlarda bulunuyor.

Futbolun “fair-play” diye bir öğretisi olması gerekirken, çocuklar ilk ceplerine konulan bilginin öfke ve hakaret olduğunu zannediyor.

Bu yaşta bir çocuğa küfrün normal bir iletişim aracı gibi sunulması, sadece spor ahlakını değil, hayat ahlakını da zedeliyor.

 

Sahada gördüğüm bazı anlar, insanın içini burkan cinsten:

Bir çocuğun “Hocam niye bağırıyorsunuz?” diye gözleri dolarken, antrenörün bunu hâlâ “motivasyon” sanması…

Yedek kalan bir oyuncunun, kenarda ağlarken duyduğu ilk tesellinin “küfürle bezenmiş bir cümle” olması…

Oysa sporun terbiyesi, çocuğun hayatında çok erken bir döneme denk geliyor. Ve unutmamak gerekiyor:

Bir çocuğun karakterine ilk yanlış temas, çoğu zaman saha kenarında gerçekleşiyor.

 

Bu Yüzden…

Sporu gençlere ulaştırıyoruz, evet.

Peki doğru insanlarla mı ulaştırıyoruz?

Bir çocuğa sesini yükselten bir antrenör, onun karakterine de yükselmiş olur.

Bir çocuğu yüreklendiren bir antrenör ise, onun geleceğine dokunmuş olur.

Bu farkı yaratacak olanlar da ancak eğitimli, donanımlı, denetlenen eğitimcilerdir.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz eğitimcilerin eğitimi; bugün sahada duyduğumuz küfürlerden, kaybettiğimiz masumiyetten, yanlış öğrenilmiş duygulardan çok daha önemli bir meseledir.

 

Sporu sadece başarı için değil, insan yetiştirmek için yaptığımız gün; işte o gün gerçek anlamda bir spor ülkesi oluruz. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.