Sokaklarda yürürken fark ediyor musunuz? İnsanların yüzlerinde ortak bir yorgunluk var. Kimisi geçim derdinin ağırlığıyla, kimisi geleceğin belirsizliğiyle, kimisi de kendi iç dünyasında verdiği sessiz savaşlarla baş başa.
Bugünün Türkiye’sinde, 2025 yılının Eylül ayında, toplumun ruh halini anlamak için televizyon haberlerine, sosyal medyaya ya da siyasi tartışmalara bakmaya gerek yok aslında. Bir bakkalın müşterisine verdiği selamda, bir minibüs şoförünün korna çalarkenki sabırsızlığında, bir çocuğun okul yolunda çantasını sürükleyişinde görebilirsiniz bunu.
Zamanın ruhu bize şunu söylüyor: İnsanlarda aynı anda iki duygu hâkim — öfke ve umutsuzluk. Öfke; çünkü herkes haklı ama kimse mutlu değil. Umutsuzluk; çünkü insanlar yarına dair net bir ışık göremiyor. Yine de bu karanlık tabloda küçük kıvılcımlar da var. Mesela bir komşunun diğerine bıraktığı sıcak bir tabak yemek, otobüste yerini veren bir genç, yağmurda ıslanmış bir sokak hayvanını kucağına alan yaşlı bir teyze… İşte o küçük kıvılcımlar, toplumun tükenmeyen umudunun işareti.
Belki de bu zamanın ruhundan çıkışın yolu büyük projelerden, parlak vaatlerden değil; küçük iyiliklerden geçiyor. Çünkü yorgun bir topluma en çok iyi gelen şey, “hala iyi insanlar var” duygusudur.
Toplumun ruh hali zamanla değişir, bazen sert rüzgârlar bazen de bahar esintileri gibi gelir geçer. Bizim tek yapmamız gereken, o esintiye kapılıp savrulmak değil; içimizdeki ışığı diri tutmaktır. Çünkü zaman her şeyi alıp götürür; günleri, yılları, hatta insanları… Ama bir şeyi silemez: Umudu. Eğer biz umudu diri tutarsak, zamanın ağırlığı bizi ezemez. Belki bugün yorgunuz, belki yarın yine aynı kaygılarla uyanacağız. Ama biliyoruz ki her dönemin karanlığı bir gün sabaha bırakır yerini. İşte o sabaha inanan toplumlar, zamanı da ruhunu da yeniler.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.